top of page

Teypte: Gece, Melek ve Bizim Çocuklar

  • ceng_jung & manchmal_michelle
  • 19 May
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 1 Haz



ree

Sinemada ilk kez! Uzay Heparı ve Deniz Atamtürk… Biri Çanakkale gülü, biri serseri ama efendi. Polis sirenleri, çekişmeler, topuklu ayakkabıların yankısı, birbirine giren insan sesleriyle başlıyor hikâye. Konum: Beyoğlu’nun arka sokakları. Meydan: Taksim. Mekân: Club Love Story. Sene: 1994. Ekip çoğunlukla lubunya, bazıları hiçbir şey değil. Gri kedimiz Sarışın ise erkek bir tekir. E yani, her şey yeni başlıyor…

30 seneyi devirmişiz filmin üzerinden; filmi, seneyi, müzikleri, oyuncuları ve Atıf Yılmaz’ı anma vakti gelmiş çatmıştır. Gece, Melek ve Bizim Çocuklar, yılları devirince bir Gökhan Kırdar şarkısından ibaret kalmasın, çok şatafatlı bir film olarak hatırlansın isteriz.


1994

Bu senenin kıymeti, 1 Nisan’da vizyona giren Gece, Melek ve Bizim Çocuklar’dan ibaret değil. İnsanlar sinemaya Manisa Tarzanı, Şahmaran, Aslan Kral vesaire izlemeye gidiyor. Kurt Cobain intihar ediyor, Ayrton Senna yarışta kaza geçiriyor. Hayata hâlihazırda trajedi gözüyle bakıyorsanız bir de İstanbul’a bakın. Taksim’de tramvayların olduğu, vitrinlere bakılarak gezilen metropol bir şehir İstanbul o zamanlar. Enflasyon %100’ün üstünde ama sokaklar canlı, gece hayatı bitmiyor. Beyoğlu’nda tanıdık simalar var: seks işçileri, trans kadınlar, eşcinseller, bir de geçen arabaların cilası… Yabancı gelmeyecek ama toplum, ondan olmayana kucak açmıyor. Dayanışmanın “D”si küçük küçük komünlerden ibaret. Lubunyalar hep çalışıyor, paraları yastık altı ediyor ama bir insanla gönül bağı kurmaya yanaşamıyor. Aynı zamanda lügatımıza Lubunyaca giriyor, ilk kez televizyondan kulağımıza ilişiyor.


Serap’ın duvarlarında elmalar dolu evi tam olarak böyle bir yere dikili. Kapısına dikilen fırça saçlı Fulya’yı ve bizi evinde ağırlıyor. Epey acımasız bir yerden yaşıyorlar hayatı, en büyük sillelerden birini paradan yiyorlar. Serap, yatağının altındaki parasının çalındığını fark edince bıçakları çekiyor, Fulya’yı aramaya koyuluyor. Barda matiz olmuş halde yakalıyor ve kız kardeşlik en tozlu yerlerden yeşeriyor.


Serap, paparon görüntüsünün altında asla domestiklik barındırmayan, çocukken evin damına çıkan deli biri. Kendi başına olmayı kanıksamış ve hiçbir erkeğe eyvallahı yok. Evinin karşısındaki kahvede Nilüfer dinleyerek onu kesen Hakan’ın varlığından bihaber. İlk aşkı palyaço Boncuk ama onun dışında kimseyi işitmiyoruz Serap’tan. Herkesin evlendiği gibi evlenmemek için bu hayata girdiğini biliyoruz.


Her gece aynı mekânın önünde yerlere yatarak Osman’ın adını haykıran Melek Abla’yla tanışıyoruz bu esnada. "Biri için ölmek" deyimleşmeden önce Melek, Osman için ölmüştür muhtemelen. Kendine yardımı dokunmasa da etrafındaki kimseyi meçhul bırakmak istemeyen

bir abladır bizim için Melek. Filmin ismi, onu tanıyınca dolu dolu ve manidar oluyor; taşlar yerine oturuyor. Serap, Fulya, Melek savruldukça bir araya geliyor, aynı eve serpiliyor.


Serap, şukar görünümlü bir arabaya biniyor ve Remzi’nin doğum gününe gidiyor. Candan Erçetin’in bile olduğu bir doğum günü bu; her şey çok ışıltılı. Serap’ın istediği her şey, çünkü ne de olsa Serap parasız, para Serap’sız yapamaz. Yeşilçam’ın damarından beslenmiş filmin sonu da epey içli. Serap’ı kaybettik, bulduk, kutladık ve uğurladık. Bazılarının akıbeti belirsiz, bazıları ise sonsuz kaldı.


ree

 

Diskotekten Diskoteğe

 

Sokaktaki polis siren ulumalarını ve Aygaz reklamlarını şutlarsak, Kral Atıf’ın playlistine düşüyoruz. Aman deyip de kaldırmıyor, taa en başından Serap’ın ağzına Fosforlu Cevriye’yi yapıştırıyor. Kulaklarımızın aşina olduğu bu mırıldanma, maalesef bir “pause”u hak ediyor. "Ben bir yan sekme de açıp demleneyim, canım benim." dedirttiriyor. Asla durmuyor, yıkılmayan son kalemiz, Ace of Base’den veriyor gümbür gümbür Happy Nation’ı.


Güzel Serap’ımızla Yakışıklı Hakan’ımız er meydanında, yani diskotekte, göğüs göğüse birbirine kafa tutarak tanışıyor. Serap’ın kafa nal gibi, bir soda limonla nabız düşürme peşinde. Hakan zil çocuk ama efendi. İkisinin de üstü başı oksi-asetilen ateş kırmızısı. Serap, helada eline yüzüne bir su çarptı filan derken… Vee… Ne çalıyor? Shakira, kemerlerin virtüözü: Mezdeke. Laflar kifayetsiz. Uyku desen açar, ruh desen şenlendirir. Mezdeke geldi ya, akacak kanı kimse durduramaz. Bunlar soluğu başka diskotekte alıyor. Tabii, bu sırada Hakan mekânın en lazer yiyeni. Herkes onu kestoluyor, sigaralar onun ateşiyle yakılıyor yani.


Yağız delikanlı güzellemesinin pabucunu dama atacak bir şov geliyor. MJ’den, In the Closet. Göğsünde pembe bir tavus kuşu ve yeşil üzüm bağları, sarı peruklu bir suretin şovu. Bize başka türlü bir cenneti ucundan koklatıyor. Bu sırada ne Aygaz reklamı susuyor ne sirenler ne sirenler…


Sonra Nilüfer. Kahvehanedeyiz, Hakan gıcırında. Radyoda on beş kişinin peçeteye yazıp istediği “Yemin Ettim”. Bütün çalanları böyle yağlama yıkama yaparsak… İşte Daddy Cool’umuz var, Eric Clapton, Chopin’den Ballade No.1 tabii. Biz de bir şeyler biliyoruz, Chopin akar. Chopin akar da 2 Unlimited gürlemez mi? Hem de Faces. Hem de Melek’in yavuklusunun peşindeyiz, öyleli. Akışta ne Kibariye’yi duymadığımız kalıyor ne de Müslüm’ü. Yorganını kafasına çekip dinlediğinden tutun da elinin kolunun durmadığına kadar hepsini basmış Atıf Yılmaz.


Biz yine de bir tekrarlayalım: Ace of Base uzaklarda değil, damarda kandır. Uzaklarda değil, en güzel yerinde tahtındadır.

Spotify
Spotify

 
 
 

Yorumlar


bottom of page